17 Mayıs 2011 Salı

KANLI DİVANE

Mersin- Silifke’nin 18km güney batısında bulunan antik kent Kanytela veya Neopolis olarak da bilinir. Kanlıdivane M.S. 5. yüzyılda II.Theodosios tarafından kurulmuştur. Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde yerleşim yeri olarak kullanılan Kanlıdivane rivayete göre; yırtıcı hayvanların bulunduğu bir çukur olup, suçlular cezalandırılmak için buraya atılırlardı.
Bir başka rivayete göre de; çukur  geniş bir obruk etrafında bulunmakta ve bu obruğun içinde divan üzerinde oturan bir kadın-iki erkek kabartması yer almaktadır. Yamur sularının kırmızı toprağı akıtarak, bu kabartmaları boyaması sonucu buraya Kanlı Divan denmiş ve zaman içerisinde Kanlıdivane olmuştur.

Derinkuyu

Derinkuyu (Yeraltı Manastırı), Derinkuyu ilçesinde yer alır. Yer altında kurulan bu  manastır, Bizans döneminde akıl hastanesi olarak kullanılmıştır. Mazisi M.Ö. 3000 yıllarına kadar uzanmaktadır. Derinkuyunun ilk yerlileri Asur Kolonileridir. Tarih boyunca dışardan gelen insanlarla kaynaşmıştır. Türkler 1071′de Malazgirt Savaşı ile buraya gelmişlerdir. Bu yeraltı şehrinde düzgün yollar, sarnıçlar, birçok odalar, savunma yerleri ve muazzam bir soğuk hava tesisi bulunmaktadır.

Kapadokya’daki 36 yeraltı şehrinin en büyüğüdür. Bu yeraltı şehri 8 katlıdır. Burada Misyonerler okulu ile günah çıkarma yeri mevcuttur.

Cennet Cehennem Mağarası

Cennet Çöküğü
Bir yeraltı deresinin yolaçtığı kimyasal erozyonla tavanın çökmesi sonucu meydana gelmiş büyük bir çukurdur. Elips biçimindeki ağız kısmı çapları 250 m ve 110 m olup derinliği 70 metredir. Çökük tabanının güney ucunda 200 m uzunluğunda ve en derin noktası 135 m olan büyük bir mağara girişi ve bu mağaranın ağzında küçük bir kilise vardır.
Kilisenin giriş kapısı üzerindeki 4 satırlık kitabede, bu kilisenin V. yüzyılda Paulus adında dindar bir kişi tarafından Meryem Ana'ya ithafen yaptırılmış olduğu yazılmaktadır. Cennet çöküğünün içine her biri oldukça geniş 452 basamaklı taş bir merdivenle inilir. Kiliseye 300. basamakta varılır.
Kiliseden sonraki mağaranın bitim noktasında mitolojik bir yeraltı deresinin sesi duyulur.

Cehennem Çukuru
Cennet çöküğünün 75 m. kuzeyindeki Cehennem çukuru da Cennet çöküğü gibi oluşmuştur. Ağız çember çapları 50 m ve 75 m, derinliği 128 metredir. Kenarları içbükey olduğu için içerisine inmek mümkün olmamaktadır.
Mitolojiye göre;
Zeus, alevler kusan yüz başlı ejderha Typhon'u buradaki bir kavgada yendikten sonra, onu Etna Yanardağı'nın altına sonsuza dek kapatmadan önce bir süre Cehennem çukurunda hapsetmiştir.

Cam piramit

Cam piramit: Fuar ve kongre merkezi olarak kullanılan bu modern yapı 1997′de yapılmıştır.
Antalya Kültür Merkezi: 1996′da açılışı yapılan kültür merkezinin iki salonu vardır.
Kaleiçi Yat Limanı, Marina
Semtevi: Fuaye ve Sergi Salonu, Yönetim, Kitaplık, Arşiv, Muhtar Odası, Sağlık Odası, Derslikler, Kültür Evi Salonu ve Sahnesi gibi bölümlerin olduğu bir kültür mekezidir.

Damlataş Mağarası

Alanya’nın içinde, deniz kenarında bulunan Damlataş Mağarası, 30 m uzunluğunda, 15 metre yüksekliğindedir. Sartık ve dikitlerin mükemmel bir manzara oluşturduğu mağara koruma altına alınmıştir.Damlataş mağarasının astım hastalarına iyi geldiği tespit edilmiştir. Mağarada normalden 8-10 misli fazla karbondioksit, yüksek oranda nem, alçak sühunet, radyoaktivite bulunmaktadır. Bunların astıma iyi geldiği bilinmektedir. Doktorlar astım hastalarını bu mağaray yönlendirmetedir. Elinizde doktor raporuyla giderseniz cüzi bir ücret karşılığında mağarada tedvai olabiliyorsunuz.

KURŞUNLU ŞELALESİ

Akdeniz Bölgesinde, Antalya ili merkez ilçesi sınırları içerisindedir. Sağlıklı orman dokusu ve zengin bitki topluluğu örneklerinin ilgi çekici su ve kaya formlarıyla bütünleştiği eşsiz bir doğal peyzaj özelliğine ve önemli özelliğini meydana getiren Kurşunlu Şelalesi' ne sahip olması nedeniyle 394 hektarlık bölümü 1991 yılında Tabiat Parkı olarak ayrılmıştır.
Kızılçamın hakim olduğu alanda yer yer tek veya küçük gruplar halinde doğu çınarı, defne, harnup, yabani zeytin, sakız ağacı, sögüt ve incir ağaçları bulunmaktadır. Mersin, alıç, zakkum, böğürtlen, yabani gül, sütleğen, ılgın, ladin, kermes meşesi, kekik, yabani nane, kayıt, eğrelti ve sarmaşıklan alt florayı meydana getirir. Su bitkilerinden ise (su üstü) topalak, su nanesi, kamış(su içi) su avizeleri, iplikli yeşilalgler, (yüzer bitki) nilüferleri görmek mümkündür.

15 Mayıs 2011 Pazar

Fatih Camii

Fatih Camii ve Külliyesi, İstanbul'un Fatih ilçesinde Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılmış olan cami ve külliyedir. Külliye 16 adet medrese, darüşşifa (hastane), tabhane (konukevi) imarethane (aşevi), kütüphane ve hamam bulunmaktadır. Şehrin yedi tepesinden birinde inşa edilmiştir. Cami 1766 depreminde yıkıldıktan sonra onarılarak 1771'de bugünkü halini almıştır.
Tarihi
Bizans devrinde, caminin bulunduğu tepede I. Constantinus'un döneminde yapılan Havariyun kilisesi vardı. Bizans imparatorlarının bu tepede gömüldüğüne inanılır. Constantinus'un o zamanlar şehrin dışında kalan bu tepede gömüldüğü bilinmektedir. Fethin ardından bu bina Patrikhanr kilisesi olarak kullanulmıştı. Fatih Sultan Mehmet buraya cami ve külliye inşa etmek isteyince patrikhane Pammakaristos Manastırı'na taşındı.
Yapımına 1462 yılında başlanmış ve 1470 yılında tamamlanmıştır. Mimarı, Sinaüddin Yusuf bin Abdullah'tır (Atik Sinan). Cami 1509 İstanbul depreminde büyük hasar görmüş ve II. Bayezid döneminde onarılmıştır. 1766 yılında yaşanan bir depremden dolayı harabe haline geldiği için Sultan III. Mustafa, 1767 ve 1771 yılları arasında camiyi Mimar Mehmed Tahir Ağa'ya tamir ettirdi. Bu nedenle cami orijinal görünümünü kaybetmiştir. 29 Ocak 1932'de ilk Türkçe ezan bu camide okunmuştur.
Mimari özellikleri
Caminin ilk inşasından bugün sadece şadırvan avlusunun üç duvarı, şadırvan, tac kapı, mihrap, birinci şerefeye kadar minareler ve çevre duvarının bir kısmı kalmıştır. Şadırvan avlusunda, kıble duvarına paralel olan revak diğer üç yönden daha yüksektir. Kubbelerin dış kasnakları sekiz köşelidir ve kemerlere oturur. Kemerler genellikle kırmızı taş ve beyaz mermerlerle işlenmiş, yalnız mihverdekilere yeşil taş kullanılmıştır. Alt ve üst pencerelerin etrafı geniş silmelerle çevrelenmiştir. Söveler mermerdendir ve gayet geniş, kuvvetli silmelerle belirtilmiştir.
Fatih Camii Kubbesi
Demir parmaklıklar, kalın demirden ve topuzludur. Revak sütunlarının sekizi yeşil Eğriboz, ikisi pembe, ikisi esmer granitten, son cemaat yerindekilerin bazıları ise mısır granitindendir. Başlıklar tamamen mermerden ve hepsi istalaktitlidir. Kaideler de mermerdir. Avlunun biri kıblede, ikisi yanda üç kapısı vardır. Şadırvan sekiz köşelidir. Mihrabın yaşmağı istalaktitlidir. Hücre köşeleri yeşil direkli, kum saatleri ile süslü ve üstü zarif bir taçla biter. Yaşmağın üzerinde tek satırlık bir ayet vardır. On iki dilimli olan minare, cami ile büyük bir ahenkle birleşmiştir. Çinili levhalar son cemaat duvarının sağ ve solundaki pencere aynalarındadır.
Fatih Camii'nin ilk yapımında, cami alanını genişletmek için duvarlar ve iki ayak üzerine bir kubbe oturtulmuş ve bunun da önüne bir yarım kubbe ilave edilmiştir. Böylelikle 26 m çapındaki kubbe bir yüzyıl boyunca en büyük kubbe niteliğini korumuştur. Caminin ikinci defa yapılışında payandalı camiler planı uygulanarak küçük kubbeli sivri bir bina meydan getirilmiştir. Şimdiki durumda, merkezi kubbe dört fil yağına oturmakta ve bunu dört yarım kubbe çevrelemektedir. Yarım kubbelerin etrafında ikinci derecede yarım ve tam kubbeler, mahfildeki ve dıştaki abdest musluklarının önündeki galerileri örtmektedir. Mihrabın sol tarafından, türbe yanından geniş bir rampa ile girilen Hünkar mahfili ve odalar bulunmaktadır.
Minarelerin taş külahları 19.yy sonunda yapılmıştır. Mimar Mehmed Tahir Ağa camiyi tamir ettiği sırada eski camiden kalan klasik parçalarla yeniden yaptığı barok parçaları iyi bir şekilde birleştirdi. Caminin alçı pencereleri son devirlerde harap olduğundan adi çerçevelerle değiştirildi. Avlu kapısının yanındaki yangın havuzu Sultan II. Mahmud tarafından 1825 yılında yaptırıldı. Caminin geniş bir dış avlusu vardı. Bunun tabhaneye çıkan kapısı eski camiden kalmıştır.

Büyük Mecidiye Camii - Ortaköy Camii

Büyük Mecidiye Camii, halk arasında Ortaköy Camii, İstanbul Boğaziçi’nde Beşiktaş ilçesinin, Ortaköy semtinde sahilde bulunan Neo Barok tarzda bir camiidir.
Cami, Sultan Abdülmecit tarafından Mimar Nigoğos Balyan’a 1853 yılında yaptırılmıştır. Oldukça zarif bir yapı olan cami Barok üslubundadır. Boğaziçi’nde eşsiz bir konuma yerleştirilmiştir. Bütün selatin camilerinde olduğu gibi harim ve hünkar bölümü olmak üzere iki kısımdan oluşur. Geniş ve yüksek pencereler Boğaz’ın değişken ışıklarını caminin içine taşıyacak biçimde düzenlenmiştir.
Merdivenle çıkılan yapının tek şerefeli iki minaresi vardır. Duvarları beyaz kesme taştan yapılmıştır. Tek kubbenin duvarları pembe mozaiktendir. Mihrap mozaik ve mermerden, mimber ise somaki kaplı mermerden yapılmıştır ve ince bir işçiliğin ürünüdür.

Oylat Kaplıcaları

Bursa - Eskişehir karayolu üzerinde, İnegöl’e 27 km. uzaklıktaki Oylat Kaplıcaları Uludağ'a sırtını dayamış olup, iki tarafı yeşil vadiler ile çevrili bir yamaç üzerine kurul>
muştur.
Oylat deresinin suladığı vadi aynı zamanda serinliği ve yumuşaklığı sayesinde dinlendirici bir yapıya sahiptir. Uludağ’dan gelen kar suları ve diğer kaynaklarla beslenen bu dere ormanın içinde seyrine doyum olamayan, alabalıklara yataklık eden bir şelale oluşturmuştur. Vadi, gürgen, çam, meşe, kestane, çınar, ıhlamur ağaçları ile bizinmiş kuşburnu ve böğürtlen bitkilerinin yetiştiği yemyeşil bir vadidir. Oylat kaplıcalarının hemen yanındaki bu vadi bahar mevsiminde kır çiçekleri ve menekşelerle kaplanırken sonbahar ve kış mevsimlerinde ise muhteşem bir tablo görünümüne bürünüyor. Sivri Kaya Tepesi ile Kaplıcalar arasında bulunan kanyon görünümlü oksijen kaynağıdır.
Deniz seviyesinden 840 metre yüksekte olan Oylat Kaplıcası, Uludağ eteklerinde dağ ve iklim tedavisi için de gerekli bütün özelliklere sahiptir.
Ve tüm bunların yanı sıra Oylat artık sadece bir şifa merkezi olmakla kalmayıp, yeni kurulan tesisleriyle birlikte yazın serin havasıyla kışın ise karlarla kapalı nefis manzarasıyla bir

Aya İrini Kilisesi

Aya İrini Kilisesi (Yunanca: Tanrısal Barış), İstanbul'da, Topkapı Sarayı'nın dış avlusunda, Ayasofya'nın yakınında ve onunla çağdaş olan Bizans kilisesi ve müze.
Tarihi
En büyük Bizans kilisesidir. Eski kaynaklara göre, burada bulunan Roma döneminden kalma Artemis, Afrodit ve Apollon mabetlerinin kalıntılarından yararlanılarak, 4. yy'ın başlarında I. Constantinus (324-337) zamanında yapıldı. Ayasofya'yla aynı avlu duvarı içinde bulunan Aya İrini, 532'deki Nika Ayaklanması sırasında yanındaki Sempson Zenon'la birlikte yanmıştır.
İmparator Jüstinianos Ayasofya'nın yanı sıra Aya İrini'yi de yeniden yaptırmıştır. 532'de yapımına başlanmışsa da bitiş tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 8. ve 9. yüzyıllarda yaşanan şiddetli depremler binada önemli hasarlara neden olmuştur. Bizanslıların patrikhane şapeli diye niteledikleri Aya İrini, İstanbul'un fethinden sonra Topkapı Sarayı'nı çevreleyen Sur-ı Sultani içersinde kalmış, bu yüzden camiye çevrilmediği için önemli bir mimari değişiklik olmamıştır. Önce iç cephane, sonra da Harbiye Nezareti'nin silah ambarı olarak kullanılmıştır.
Müze Çalışmaları
Türkiye'deki ilk müze çalışmaları Aya İrini'de başlamıştır. III. Ahmet döneminde Osmanlı İmparatorluğu'nun çeşitli yerlerinden gönderilen eserler Mecma-i Esliha-i Atika (Eski Silahlar Koleksiyonu) ve Mecma-i Asar-ı Atika (Eski Eserler Koleksiyonu) isimleri altında iki ayrı bölüm olarak Aya İrini'de toplanmıştı. Bu müze 1875'te Çinili Köşk'e taşındı. 1908'de yeni bir askeri müzenin kurulması için Aya İrini'de çeşitli tarihsel malzeme depolandı. Daha açılan bu müze 1949'a kadar Askeri Müze olarak hizmet verdi.
1974-76'da arasında yapılan çalışmalarda nemden arındırmak amacıyla çevresindeki toprak dolguları kaldırılmıştır. 1973'ten beri başta İKSV bünyesinde olmak üzere, birçok sanat etkinliğine ev sahipliği yapmaktadır.

Aya Yorgi Manastırı

Aya Yorgi Manastırı, Büyükada'da yer alan manastır.
Patrikhane kayıtlarından elde edilen bilgilere göre Aya Yorgi Manastırı'nın inşa ediliş tarihi 1751'dir. Bu tarihte inşa edilmiş olan küçük kilise, şapel ve dua yeri eski kilise olarak bilinir ve iki katlı, kiremit örtülü küçük bir yapıdır. Tepede çan kulesinin arkasındaki kesme taştan yapılmış olan kilise ise yeni Aya Yorgi Kilisesi'dir ve 1905 yılında inşa edilmiş, 1909 yılında kullanıma açılmıştır

Noel Baba Kilisesi

Noel Baba Kilisesi" Demre'de bulunan, "Noel Baba" olduğuna inanılan Aziz Nicholaos'ın ölümü ile yapılan kilise.Noel Baba'nın ölümünden sonra bir süre burada yattığı daha sonra kemiklerinin İtalyan denizcilerce Bari'ye götürüldüğüne inanılır

Meryem Ana Evi

Meryem Ana Evi, İzmir Selçuk'taki Bülbüldağı'nda İsa'nın annesi Meryem'in son yıllarını St. John ile birlikte geçirdiğine inanınlan kilise. Hristiyanlar için hac yeridir. Bugüne kadar papalar tarafından ziyaret edilmişliği vardır.
Meryem'in mezarının da Bülbüldağı'nda olduğu düşünülür.
Efes antik kentin üst kapısının yanından geçilerek çıkılan Meryem Ana ören yerinde, Küçük bir Bizans Kilisesi bulunmaktadır. Burada İsa Peygamber’in annesi Meryem’in yaşadığına ve öldüğüne inanılır. Hristiyanlar yanında Müslümanlarca da kutsal sayılır ve ziyaret edilir, hastalara şifa aranır, adaklar adanır. Kilise’nin Meryem Ana adını alması 431 yılında Efes’te toplanan Ekümenik Meclis’in Meryem’in İsa’yı Tanrı’nın oğlu olarak doğurduğuna karar vermesi ile de bağlı olabilir. Evin bulunuşu da ilginçtir.

Sümela Manastırı

Sümela Manastırı , Trabzon ili, Maçka ilçesi, Altındere köyü sınırları içerisinde yer alan Panagia (Meryemana) deresinin batı yamaçlarında Mela (Yunanca 'siyah') tepesi üzerinde deniz seviyesinden 1.150 m yükseklikte yer alan bir Rum manastır ve kilise kompleksi olup, tam adı Panagia Sumela (Παναγία Σουμελά) veya Theotokos Sumeladır.
 Tarihçe
Sümela Manastırı, 1903
Kilisenin MS 375-395 tarihleri arasında inşa edildiği sanılmaktadır. Anadolu'da sıkça rastlanılan Kapadokya kiliseleri tarzında yapılmış, hatta Trabzon'da Maşatlık mevkiinde benzeri bir mağara kilisesi daha vardır. Kilisenin ilk kuruluşu ile manastır haline dönüşümü arasındaki bin yıllık dönem hakkında fazla bir şey bilinmemektedir. Karadeniz Rumları arasında anlatılan bir efsaneye göre Atina'lı Barnabas ile Sophronios adlı iki keşiş aynı rüyayı görmüşler; rüyalarında, İsa’nın öğrencilerinden Aziz Luka’ın yaptığı üç Panagia ikonundan, Meryem'in bebek İsa’yı kollarında tuttuğu ikonun bulunduğu yer olarak Sümela'nın yerini görmüşler. Bunun üzerine birbirlerinden habersiz olarak deniz yoluyla Trabzon'a gelmiş, orada karşılaşıp gördükleri rüyaları birbirlerine anlatmış ve ilk kilisenin temelini atmışlardır. Bununla birlikte manastırdaki fresklerde sıkça yer alıp, özel bir önem verilen Trabzon İmparatoru III. Alexios’un (1349-1390) manastırın gerçek kurucusu olduğu sanılmaktadır.
14. yüzyılda Türkmen akınlarına maruz kalan kentin savunmasında ileri karakol görevi üstlenen manastırın statüsünde Osmanlı fethinden sonra bir değişiklik olmamıştır. Yavuz Sultan Selim'in Trabzon’da ki şehzadeliği sırasında iki büyük şamdan buraya hediye ettiği, Fatih Sultan Mehmed, II. Murat, I. Selim, II. Selim, III. Murad, İbrahim, IV. Mehmed, II. Süleyman ve III. Ahmed'in de manastırla ilgili birer fermanları bulunmaktadır. Osmanlı döneminde manastıra sağlanan imtiyazlar, Trabzon ve Gümüşhane bölgesinin İslamlaşması sırasında özellikle Maçka ve kuzey Gümüşhane'de Hristiyan ve gizli Hristiyan köyleri ile çevrili bir alan yaratmıştır.
18 Nisan 1916’dan 24 Şubat 1918’e kadar süren Rus işgali sırasında Maçka civarındaki diğer manastırlar gibi bağımsız bir Pontus devleti kurmak isteyen Rum milislerin karargahı olmuş, nüfus mübadelesi ile bölgedeki Hristiyanların Yunanistan'a gönderilmesinin ardından önemini yitirerek T.C. Kültür Bakanlığı tarafından yakın zamanda onarılana dek kaderine terkedilmiştir.
Yunanistan'a mübadele ile göçen Karadenizli Rumlar Veria kentinde Sümela adını verdikleri yeni bir kilise inşa etmişlerdir. Her yıl Ağustos ayında tıpkı geçmişte Trabzon Sümela'da yaptıkları gibi yeni manastırın çevresinde geniş katılımlı şenlikler düzenlemektedirler.

Restorasyon

Sümela Manastırı'nda 40 yıldır süren ve 2 milyon TL harcanan restorasyonun sonucu pek çok sanat tarihçisi tarafından tarihi yapının çimentoyla sıvanması, yerel taş yerine Ankara'dan, Bayburt'tan taşınan taşla yapılması benzeri gerekçelerle orijinalliği bozulduğu ileri sürülerek eleştirilmiştir.[5] Restorasyon adına duvarlarının gelişigüzel sıvandığı, binaların tarihi özelliklerinin bozulduğu iddiaları gündemden düşmeyince Kültür Bakanlığı 27 Kasım 2007'de iddiaları incelemek üzere Bilimsel Danışma Kurulu oluşturmuştur. Kurulun hazırladığı raporda 1987 yılında hazırlanan projenin 'eksikler ve olumsuzluklar' nedeniyle durdurulması ve acilen yeni bir proje hazırlanması istenmiş, manastırın yıkılma tehlikesinin bulunduğuna ve çevresindeki kaçak yapılaşmaya dikkat çekilmiştir.
Freskler
Kilisenin içi fresklerle kaplıdır:
    * Asıl kilisenin absid kısmında, güney duvarında yukarıda Meryem'in doğuşu ve mabede sunuluşu, tebliğ, İsa'nın doğuşu, mabede sunuluşu ve hayatı, altta İncilden resimler.
    * Güney kapısında Meryem'in ölümü ve havariler.
    * Kilisenin doğuya bakan yukarı kısmında 2. sırada Genesis, Ademin yaratılışı, Havva'nın yaratılışı, Tanrı'ın tembihi, İsyan (Adem ile Havvanın yasak meyveyi yemeleri), Cennetten kovulma. 3. sırada: Yeniden dirilme, Thomas'ın şüphesi, Kabirde bir melek, Nikaia konsülü.
    * Absid kısmının dışında, yukarıda Mikail, Cebrail bulunmaktadır

Afyonkarahisar Kalesi

Afyonkarahisar şehir merkezinde volkanik özellikli, yerden yüksekliği 226 metre olan doğal yükseltili bir kaya kütlesi üzerindedir. M.Ö. 1350 yıllarında Hitit imparatoru II. Murşil zamanında Arzava seferinde mustahkem mevki olarak kullanılmıs olan kale önce Hapanuva; Roma ve Bizans dönemlerinde Akroenos; Selçuklular'dan itıbaren ise Karahisar adı ile anılmıştır. Tarihi dokusu korunamamış olsada hala eski kalıntılar mevcuttur.Kaleye çıkış zamanı ortalama 30 dakikadır

Yoros Kalesi

Yoros kalesi İstanbul'da Anadolukavağı sırtlarındaki Doğu Roma döneminden kalma kaledir. İmparatorluk zayıf düştükten sonra Cenevizlilerin eline geçmiş ve uzun süre onların elinde kalmıştır; bu yüzden bir Ceneviz kalesi olduğu inancı doğmuştur. Kalenin kapladığı alan İstanbul çevresindeki diğer bütün kalelerin kapladığı alandan çok daha büyüktür. İç kesimdeki kulelerin bazıları hâlâ iyi durumdadır ve duvarlarda Yunanca yazıtlar göze çarpar. Adının nereden geldiği kesin olarak bilinmemektedir. "Kutsal yer" anlamına gelen Hieron'dan geldiği görüşü oldukça yaygın olmakla birlikte, antik çağ tanrılarından Zeus'un sıfatı olan "uygun rüzgarlar" anlamına gelen ourios'tan geldiği de iddia ediliyor. Ayrıca Yoros adının doğrudan doğruya "dağ" anlamındaki oros'tan geldiği de düşünülmektedir

Adana Yılan Kale

Yılan Kale, bugünkü Adana-Ceyhan E-5 Karayolu üzerinde, Misis ile Ceyhan arasında birdenbire yükselen, ovaya hakim bir tepe üzerinde, karayolundan 3 km. içeride yer alır. İç Anadolu' dan gelip Külek Boğazı yoluyla Adana, Misis, Payas ve Antakya' dan geçen tarihi ordu ve kervan yolunun üzerinde bulunan Yılan Kale, dağ kaleleri zincirinin ilk halkasıdır.
Yılan Kale, boyutları ve karmaşık tasarımı ile Ortaçağ' ın en etkileyici askeri yapıları arasındadır. Günümüze olabilecek en sağlam şekliyle ulaşan Yılan Kale, yapım karakteri, malzemesi ve Ortaçağ kalesi olması yönüyle Bizans' a dahil edilmektedir. Korunması kolay, düşürülmesi çok güç bir kale olarak bilinen yapının çevresi dıştan 700 m. kadardır ve kale, ikişer katlı 8 yuvarlak burçla tahkim edilmiştir. Burçlar ve araları tamamen mazgallı olup, bu mazgalların ortaları ateş etmek için delikli bırakılmıştır. Edwards, planı üç avluya ayırarak incelemiştir. Edvvards' a göre, daha alt kısımda bulunan iki avlu, güneydoğudaki kanadı korumak amacıyla tasarlanmıştır. Son derece zeki biçimde tasarlanan ve yerleştirilen surlar ile burçlar, dik yamaçların da yardımıyla saldırıyı oldukça güçleştirmektedir. Avluların her birinin tek bir giriş kapısı vardır. Üstte kot farkı zeminden biraz daha yükseltili, korunaklı bölüme, her yönden birer merdivenle ulaşılabilmekte ve her yöne gidiş geliş kolay olmaktadır. Bu kısım en geniş ve yoğun biçimde savunulan birimi oluşturmakta ve garnizona ev görevi yapmaktadır.
En yüksek ve en kuzeydeki birimlerinde sarnıçların büyük bir kısmı ve bir şapel bulunmaktadır. Kalenin güneye bakan bir demir kapısı vardır.

Alanya Kalesi

Alanya Kalesi, Antalya'nın ilçesi Alanya'nın simgelerinden biri olan kale. Denizden 250 metreye kadar yükselen yarımada üzerinde bulunur. Surlarının uzunluğu 6.5 kilometreyi bulur.
Sur
Kandeleri adıyla da bilinen Alanya yarımadasındaki yerleşim, Helenistik döneme kadar inmekle birlikte günümüze kalan tarihi dokusu 13. yüzyıl Selçuklu eseridir. Kale, 1221 yılında kenti alıp yeniden inşa ettiren Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad tarafından yaptırılmıştır. Kalenin 83 kulesi ve 140 burcu vardır. Ortaçağda surların içine yerleşmiş kentin su gereksinimi sağlamak üzere 400'e yakın sarnıç yapılmıştır. Sarnıçların bir kısmı günümüzde de kullanılmaktadır. Surlar, planlı bir şekilde Ehmedek, İçkale, Adam Atacağı, Cilvarda burnu üstü, Arap Evliyası Burcu ve Esat Burcu'nu inerek Tophane ve Tersane'yi geçip Kızılkule'de son bulacak şekilde inşa edilmiştir.
Kaleden Liman Görüntüsü
Yarımadanın zirvesinde açık alan müzesi olarak değerlendirilen İçkale bulunmaktadır. Sultan Alaeddin Keykubad sarayını burada yaptırmıştır. Kalede yerleşim günümüzde de sürmektedir. Taşıt trafiğine açıktır. Yürüyerek ise yaklaşık 1 saatte çıkılabilir.

Kız Kalesi

Erdemli'nin önemli turizm merkezi olan Kızkalesi, Erdemli'ye 23, Mersin'e 60 km mesafededir. Özellikle yaz aylarında büyük bir canlılığın yaşandığı kasabaya, ulaşım minibüslerle sağlanmaktadır. Kasabada taşıma kooperatifi olduğu için ulaşım problemi yoktur. Günün her anında Mersin ve Silifke'ye ulaşmak mümkündür.
Kızkalesi, tarih içinde Seleukoslar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlılar'ın hakimiyetinde kalmış önemli bir yerleşim bölgesidir. Yapılan ilk kazılarda buraya ilk yerleşimin MÖ. 4. yüzyıla ait olduğunu gösteriyor. Ünlü tarihçi Herodot, bu şehri Georges adında Kıbrıslı bir prensin kurduğunu yazar. Milattan sonra 72 yılında Roma hakimiyetine giren Kızkalesi, 450 yıl Roma yönetimine bağlı kalmıştır. Bu dönemde zeytincilikte büyük bir gelişme göstermiş ve zeytin yağı ihraç merkezi olmuştur. Bizanslılar döneminde Arap saldırılarına karşı çevresi surlarla çevrilmiştir. Önemli bir ticaret limanı olan Kızkalesi, 1448 yılında Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından ele geçirilmiş ve yeniden imar edilmiştir. Cem Sultan, 1482 yılında, Rodos Şövalyeleri'nin yolladığı gemiye binmeden önce bir süre burada kalmıştır.
Kızkalesi'nde adım atılan her yer tarihi dokuya sahiptir. Bugün, Kızkalesi'ndeki ören yerlerinde kalelere, kiliselere, sarnıçlara, su kemerlerine, kaya mezarlarına, lahitlere, taş döşemeli yollara rastlanılmaktadır. Kıyıdaki kalenin 500 metre açığındaki küçük bir adacık üzerine kurulu kaleye, Kızkalesi denilmektedir. Son yıllarda restore edilen Kızkalesi, sekiz kuleyle korunmuştur. Kalenin dış çevre uzunluğu 192 metredir.
Kızkalesi'nde eski dönemlerden kalma 4-5 tane kilise bulunmaktadır. Su kuyuları ve sarnıçların yanında, Lemas çayından su kemerleri ile getirilen sular, Kızkalesi'nin su ihtiyacını karşılamaktadır. Büyük kiliseye giden taş döşeli Kutsal Yol'da, yol boyunca dizilmiş irili ufaklı lahitler görenleri hayrete düşürmektedir.
Kızkalesi'nin 10 km kuzeyinde yer alan vadinin yükselen kayalık yamacına oyulmuş ve Adamkayalar adı verilen insan kabartmaları bulunmaktadır. Dönemin yönetici ve soylularını simgeleyen kabartmalardaki figürlerde, kimi elinde üzüm salkımı, kimi kanepeye uzanmış haldedir. Roma döneminden kalma toplam 13 tablodan oluşan Adamkayalar, Şeytanderesi'ne hakim bir yerdedir.
Yaklaşık 1500 haneden oluşan Kızkalesi'nin nüfusu 8139'dur (2000 yılı nüfus sayımına göre). Yaz mevsimi geldiğinde yazlık nüfusu 30000 civarına çıkmaktadır. Kızkalesi bugün Mersin ve Erdemli turizminin sembolü haline gelmiştir. Yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgisini çeken kaleye, kıyıdan balıkçı motorları ile geçilmektedir. Yaz mevsiminde büyük bir turizm yoğunluğu yaşanan Kızkalesi'nde 15000 yatak kapasitesi vardır. Mevcut turizm tesislerinden bütün yıl boyunca faydalanmak mümkündür. Kızkalesi'nde yerli ve yabacı turistlerin güvenle girebileceği biri 300 metre, diğeri de 1200 metre uzunluğunda iki plaj vardır. Kızkalesi, yerli ve yabancı turistlerin güvenle tatil yapabilecekleri bir yer haline gelmiştir. Eğlence ve alışveriş merkezleriyle dikkatleri çekmektedir. Yaz sezonunda kasabada yapılan kültür, turizm ve spor festivalleri kasabaya canlılık getirmektedir.
Yerli halkının büyük kısmı Ayaş Türkmenleri tarafından oluşturulmuştur. Türkmenler konar-göçer hayattan yerleşik hayata geçmişler ve çiftçilikle uğraşmışlardır. Yaz mevsimi geldiği zaman Avgadı ve Akpınar(Pınarbaşı) yaylalarına çıkarlar. İçme suyu problemi olmayan Kızkalesi kasabasında, sulama suyu Lemas çayından cazibe yoluyla getirilmektedir. Bu su yeterli olmadığı için sondaj kuyuları ve kuyulardan da istifade edilmektedir. Kasabada halk geçimini tarım ve turizmden sağlamaktadır. Hayvancılık artık can çekişmektedir.
1992 yılına kadar köy iken aynı yıl içerisinde kasaba statüsüne alınmış ve belediyelik olmuştur. Kızkalesi kasabası, Merkez, Toroslar, Akdeniz ve Mavideniz olmak üzere dört mahalleden oluşmuştur.
Sağlık ocağı bulunan kasabada iki eczane mevcuttur. Acil 112'de merkez durumdadır. Kasabada bir cami, bir ilköğretim okulu, PTT şubesi, polis karakolu, jandarma karakolu vardır.
Kızkalesi'nde Akdeniz iklimi hüküm sürer. Konar-göçer hayatı yaşayan Yörükler ise (özellikle Sarıkeçili Yörükleri) kış mevsimini kasaba ve çevresinde geçirirler. Tarımda yetiştirilen ürünerin başında domates, salatalık, fasulye, marul, ıspanak, kayısı ve narenciye başta gelmektedir. Seralardan çok açıkta sebzecilik yapmak gelişmiştir. Yaylalara çıkan Yörükler yaylalarda da sebze yetiştiriciliği ile uğraşmaktadırlar.
Kızkalesi'nin Efsanesi
Kızı yeni doğunca oralarda adet olduğu gibi küçük kızını kahine götüren kral, kızının 19 yaşına gelince bir yılan tarafından sokularak öldürüleceğini öğrenir. Bunu önlemek için de denizin ortasına bir kale yaptırır ve kızını orada tutar. Kız 19 yaşına gelince kalede şenliker verilir. Bu şenliğe davetli bir köylü kadın da bağında yetişen nefis üzümlerden bir sepet hediye götürür. Fakat dalgınlığından sepetin içine giren yılanı görmez. Prenses üzümü çok sevmektedir. Herkes gittiğinde yemek üzere üzüm sepetini odasına gönderir. Herkes gittiğinde odasına çıkan kız üzüm yemeye başlar ve yılan kızı sokarak öldürür.

TAŞKÖPRÜ

Şehir merkezinin ortasından geçen Göksu (Kalykadn) Nehri`nin üzerindedir. I.S. 77 - 78 yıllarında Kilikya Valisi L.Octavius Memor tarafından dönemin imparatoru Vespasianus ve oğulları Titus ile Domitianus adına yaptırılmış olduğu 1870 yılında yapılan bir onarımda bulunan tas kitabeden anlaşılmaktadır. Yedi gözü bulunan ve Roma uygarlığı örneklerinden biri olan Taşköprü, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde onarım görmüştür.

Kayaköy(Cilent Hill Or Ghost City)

Türkiye’nin güneybatısında, Fethiye’nin güneyinde yer alan Kayaköy’ün antik dönemdeki adı Karmylassos. Burada MÖ 4000’lerde başlayan yaşam, Hattiler, Hititler kadar eskilere gidiyor. Daha sonra da sırasıyla Likya, Doğu Roma ve Osmanlılar’la sürüyor. Rumlarla Türklerin barış içinde bir arada yaşadığı zamanlarda Rumca adı Levissi olan Kayaköy, Lozan Antlaşması gereğince yapılan mübadelede boşaltılmış, ardından bu evlere yerleşen göçmenlerin de yeniden göç etmesiyle büsbütün yalnızlığa bürünmüş. Şimdi, pek de uzak sayılmayacak bir geçmişin tanığı olan binden fazla boş taş ev, kiliseler, okullar, manastırlar, çeşmeler gelenleri karşılıyor.

Alanya kalesi

Alanya Kalesi, Antalya'nın ilçesi Alanya'nın simgelerinden biri olan kale. Denizden 250 metreye kadar yükselen yarımada üzerinde bulunur. Surlarının uzunluğu 6.5 kilometreyi bulur.
Sur

Kandeleri adıyla da bilinen Alanya yarımadasındaki yerleşim, Helenistik döneme kadar inmekle birlikte günümüze kalan tarihi dokusu 13. yüzyıl Selçuklu eseridir. Kale, 1221 yılında kenti alıp yeniden inşa ettiren Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad tarafından yaptırılmıştır. Kalenin 83 kulesi ve 140 burcu vardır. Ortaçağda surların içine yerleşmiş kentin su gereksinimi sağlamak üzere 400'e yakın sarnıç yapılmıştır. Sarnıçların bir kısmı günümüzde de kullanılmaktadır. Surlar, planlı bir şekilde Ehmedek, İçkale, Adam Atacağı, Cilvarda burnu üstü, Arap Evliyası Burcu ve Esat Burcu'nu inerek Tophane ve Tersane'yi geçip Kızılkule'de son bulacak şekilde inşa edilmiştir.
Kaleden Liman Görüntüsü

Yarımadanın zirvesinde açık alan müzesi olarak değerlendirilen İçkale bulunmaktadır. Sultan Alaeddin Keykubad sarayını burada yaptırmıştır. Kalede yerleşim günümüzde de sürmektedir. Taşıt trafiğine açıktır. Yürüyerek ise yaklaşık 1 saatte çıkılabilir

Afyonkarahisar kalesi

Afyonkarahisar şehir merkezinde volkanik özellikli, yerden yüksekliği 226 metre olan doğal yükseltili bir kaya kütlesi üzerindedir. M.Ö. 1350 yıllarında Hitit imparatoru II. Murşil zamanında Arzava seferinde mustahkem mevki olarak kullanılmıs olan kale önce Hapanuva; Roma ve Bizans dönemlerinde Akroenos; Selçuklular'dan itıbaren ise Karahisar adı ile anılmıştır. Tarihi dokusu korunamamış olsada hala eski kalıntılar mevcuttur.Kaleye çıkış zamanı ortalama 30 dakikadır